Nedendir, niçindir bilinmez uzun zamandır kadın okumalarına yöneldim. Her şeyi “kitabına” uyduran biri olduğumdan mı, yaşadıklarıma ya da gördüklerime bir neden aramaktan mı yola çıktım tam sebebi de belli değil. Bir sebep gerekir mi her şeye, orası da bir muamma.
Hayatı kitaplarla ve yazıyla evrilen insanların genellikle takılı olduğu kavramlar oluyor. Benimkilerin listesi uzun ama en başı çekenin kadınlık ve annelik olduğunu biliyorum. Bu sebepten de sanırım bu kavramları anlatan kitap ya da filmlerin bir nevi paratoneri oluyorum.
Kadının rolünün fazlaca konuşulduğu günümüzde, bir de üzerine söylenen nice söylemlerin tuz biber olduğu annelikten bahsetmek istiyorum. Çağımızın bence problemlerinden biri olan kavramların şişirilmesi konusundan en çok nasibini alan da annelik konusu. Sosyal medyada en iyi anneliğin nasıl yapıldığı ya da yapılması gerektiği üzerine açılan hesaplar, alıp başını gidiyor. Çocuk haberini alan her kadının içine düşen kaygı ve korkunun, bambaşka şekillere bürünmesine de bu dayatmalar sebep oluyor. Eyleme yönelik olan her durum, yapmadığında koca bir kaygı ve yetersizliğe yapıldığında da yanlış mı yapıyorum vesveselerini doğuruyor. Evet her şeye kolayca ulaşılabilen bir zamandayız. Bizim çocukluğumuzun imkansızlığının esamesini duymuyor bizim evlatlar lakin hepsi bu kadarıyla mı kalıyor? Bunu düşünmek gerekiyor.
Annelik, bambaşka bir kapı açıyor kadının hayatında. Koşar adım yaşarken, hiç bilmediğin bir yerde öylece donakalmış oluyoruz. Çoğu söylem çocuğun nasıl yetiştirilmesi konusundan bahsederken, bir annenin nelerle mücadele ettiği sanki daha az konuşuluyor. Fizyolojik, psikolojik bir sürü değişkenin içinde yer bulmaya çalışıyor kadın kendine. Belki kendinden, şu zamana kadar bildiği tüm şeylerden, bambaşka bir ben doğuruyor aslında. Sadece bir bebeği dünyaya getirmiyor, kendi içinden yepyeni bir sıfat çıkarmaya çalışıyor. Kendinden ayrılıyor. Yeni bir sıfat hırkasını giyiyor bu başlangıçla.
Rachel Cusk, kendi deneyimlerini anlattığı Bir Ömrün Emeği- Anne Olmaya Dair kitabında bu süreçleri çok güzel anlatıyor. Kitabı hakkında; “Bu kitap, doğumun daha dramın ilk sahnesi olduğu o adımı bir ölçüde anlatma çabasıdır. Annelik konusunda kendimi ifade arzum başından beri güçlüydü ama yeraltında, hayatımın yeniden biçimlendirilmiş yüzeyinin altından yaşıyordu. Kızım Albertine’in doğumundan birkaç ay sonra tamamen yok oldu. Daha çok kısa bir süre önce son derece yoğun biçimde hissettiğim her şeyi kasten unuttum; işin doğrusu hissetmeye dayanmam mümkün değildi. Dünyaya iştahım doyurulması imkânsız, her şeye yönelen bir açlıktı, annelik öncesinin kayıp benliğine ve o benliğin belki tadını çıkardığı, belki boşa harcadığı özgürlüğe özlemin ifadesiydi.”. Bu kısmı okurken annelik üzerinden söylenmeyen o karanlık ruh halinin tezahürünü hissettim. Çünkü özellikle bu zamanda bu konu üzerinden esas hissedilen korkuların, yorgunlukların ve yetersizliklerin bahsedilmesinden çoğu kadın kaçar hale geliyor.
Annelikle beraber hayata yepyeni güzellikler eklenirken içine düşülen doğum sonrası depresyonu ve hatta çok sonradan bile ortaya çıkan o ümitsizlik kuyusundan da konuşmak gerekiyor. Belki anne olmadan önce işine giden ya da hayat koşturmasında bir şekilde kendine rutin sağlayan kadının ezberi tamamen bozuluyor. Sadece kendi hayatından mesul olan birey, bir anda iki, belki de ailedeki kişi sayısınca sorumluluk üstüne alıyor. Kadının anne olmasıyla hayat bambaşka bir şekle bürünüyor. Anne haricinde herkesin hayat rutini aynı şekilde devam ederken, anne olan kadın bir anda geçmişte bıraktığı hayatına öykünüyor ve onu elinden kaçıyor gibi hissediyor. Rachel Cusk da bu durumu kitabında şöyle ifade ediyor; “Anne olarak bir başkasının bağışlama alanı içinde yokum. Sorumlu kişi olmanın bu olduğunu idrak ediyorum.”.
“Asker ile Denizci” İrlandalı yazar Claire Kilroy’un yine annelik üzerine yazılan bir başka kitap. Bu kitap, diğerine göre daha içten ve samimi gelmiştir bana. Doğum sonrası depresyon diye anılan ve bence anlatılamayanların yükü olarak tanımlanması gereken o süreci daha içerden bir yerden anlatıyor. Roman, yeni doğan oğluna duyduğu yoğun sevgi ile anneliğin getirdiği kimlik bunalımı arasında sıkışan bir kadının iç dünyasını anlatıyor. Başkarakter, kendini “Asker”, oğlunu ise “Denizci” olarak tanımlayarak anneliği bir tür savaş metaforuyla ele alıyor. Yaşadığı yalnızlığı ve daha çok “baba” figürünün nerede olduğunu sorgulayan kitap, sanki annelere “yalnız değilsiniz” diyor. Eşiyle yaşadığı durumu da şu şekilde yazıyor yazar; “Biliyordum zaten, anne olarak her şeyde benim kabahatli bulunacağımı. Büyür de seri katil olursan, kesilmiş kafaları yansı yenmiş şalgamlar gibi buzdolabına gizlersen annenin kabahati diyecekler. Kabahat bulmanın bu kadar çabuk başlayacağını tahmin edemezdim ama. Bu kadar ciddi kuşkuların seninle sevdiğin kişi arasına girmesine izin veremezsin -tamam mı Denizci? Kuşkular oyma kalemleridir. Yüzeyde çatlaklar yaratır. İçlerine su dolar ve buza dönüşür ve insanları ayırır, çünkü donunca su genleşir ve Tanrım sana hayatı anlatmak çok uzun sürecek ve anlatsam bile, sonuna gelince hiç de mantıklı bir şey çıkmayacak ortaya. Babanla benim aramda kıtalararası boyutta bir çatlak meydana geldi. Bir gün coğrafya dersinde sana levha tektoniğini öğretecekler. Kara kütlelerini birbirinden ayıran depremler, aradaki boşluğa hücum eden okyanuslar. Ben denizi korkutucu bulurum, sen de öyle bulmalısın. Derinlerde mutasyona uğrayan, karanlığa, soğuğa, ezici basınca uyum sağlayan akıl-sır ermez yaratıklar; hayata ya da bizimki türünden hayata düşman bir çevre.
Denizin derinliklerini taramak değildi istediğim. Genel fikri kavramışsındır. Ne kastettiğimi, babanla benim arama girmekte olan kıtalararası çatlağı anlayacaksın, demek istemiştim.”
Son olarak da yazıma bir filmi de eklemek isterim. “Bağlılık Aslı”. Bu film modernite içinde var olmaya çalışan bir annenin, doğumdan sonra tekrar işe hayatına dönmesini konu ediyor. Modern dünyanın bir yük olarak yine kadının üzerine yüklediği “Çocuk da yaparsın kariyer de” sorunun nasılını ya da uygun şartların olup olmadığını öngörmeden verdiği bu önergeyle bir kadının çıkmazlarını anlatıyor. Yine kendi başına verdiği bir mücadele, toplum baskısı ve iki yana savrulan ve belki de yine arafta kalan kadınlardan bahsediyor.
Sonuç olarak anneliğin bahsedilmeyen çünkü bahsedilse eksiklik ve yetersizlik olarak yaftalanacağından korkan kadınlar için sadece belki de yalnız değiliz demenin bir tezahürüdür tüm burada yazılanlar. Zemin oluşturulmadan, arkası düşünülmeden, gerçekten biz kadınların ne istediğini bilmeden destek görmeden söylenen nice var oluş sıkıntılarının izdüşümüdür.
