BİR YERE DEĞİL, BİR HÂLE AİT

-

-

Bazı aidiyetler doğuştan gelir. Bazıları özenle kurulur, adım adım inşa edilir. Aile dediğimiz yapı da çoğu zaman bir sofra gibidir: kimi zaman kalabalık, kimi zaman tek kişilik; kimi zaman taşan, kimi zaman eksik. Ama her seferinde bir çağrıdır: “Gel, birlikte oturalım.”

Sofra bir davettir, bir kabuldür. Aile de öyle. Davet edildiğimiz, beklenildiğimiz, bazen de gönülsüzce yer açıldığımız… Ama yine de orada bulunduğumuz bir yer. Evde kurulan sofralar, sadece yemek yenilen yerler değil; bakışların, kelimelerin, sessizliklerin de paylaşıldığı alanlardır. O yüzden “sofrada yerim var mı?” sorusu, çoğu zaman “hayatında yerim var mı?” sorusuna denktir.

Didem Madak bir şiirinde der ki:

“Annemin sofrasında her tabakta bir çocukluk kalıntısı vardı.”

Bu dizelerdeki gibi, geçmişten bugüne taşınan anılar, kırıntılar, kokular. Aile sofrası, geçmişe tutulan bir aynadır kimi zaman. Hangi sesin en çok duyulduğu, hangi tabakta hangi çocuğun sevdiği yemeğin olduğu. Bunlar sadece mutfağın değil, ruhun da belleğidir.

Ama herkesin sofrası aynı sıcaklıkta kurulmaz. Kimi sofralar otoriteyle, kimi sessizlikle, kimi sevgiyle yoğrulur. Ve bazen insan, kendi sofrasını kurma ihtiyacı hisseder. “Ait hissetmek” ile “kendin olmak” arasındaki o ince çizgide yürürken, yeni bir masa ve bir düzen hayal eder.

Nermin Yıldırım, Ev romanında şöyle yazar:

“Büyümek, bir gün kalkıp kendi evini toplamaktır; başkalarının senin yerine neyi nereye koyduğunu anlamaya çalışmaktan vazgeçip, kendi raflarını kurmaktır.”

İşte tam da bu: sofranı kurmak. Belki çocukluğunda hiç açılmayan bir masa örtüsünü açmak. Belki ilk kez biri için “hoş geldin” diyebilmek. Belki de yalnızca kendine “hoş geldin” demek

Ve böylece aidiyet, yalnız doğduğun yerle değil; kendin için emek vererek kurduğun sofrayla da ilgilidir. Bir tabak, iki çatal, biraz tuz, biraz zaman. Bazen de sadece bir fincan çay ve seni anlayan bir bakış. Çünkü sofra da aile de ev de… Aslında sevildiğini hissettiğin her yerdir.

Sofra, sadece karın doyurmakla ilgili değildir; bir arada olmanın, paylaşmanın, dinlemenin ve görülmenin mekânıdır. Çocukken sofraya oturduğumuzda tabaklar önceden yerleştirilmiş olurdu, kimi zaman sandalye bile eksik kalırdı ama o eksikliği sorun etmeden biri ayakta yerdi yahut diz çöküp kenara ilişirdi. Sofra buydu; düzenli ama esneyen, bazen dar ama hep açık bir yer.

Zamanla fark ederiz ki o sofrada sadece yemek değil, kim olduğumuz da sunulmuştur önümüze. Ne yiyeceğimiz ne kadar konuşacağımız, neyi susacağımız ve bazen kime benzeyeceğimiz bile… Bu yüzden kimi zaman o sofradan doymuş kalksak da kendi içimizde bir açlık kalır. Görülme açlığı, anlaşılma isteği, kendi sesimizle konuşma arzusu.

Yine o güzel dizelerinde, Didem Madak, “Bazı sofralar sadece susmayı öğretir” der. Bazılarımız tam da bu yüzden sofradan kalkar. Kırmadan, bağırmadan ama sessizce. O sessizlikte büyüyen arzular, bir gün yeni bir sofra kurmaya iter insanı. Çünkü insan, ait olmadığı yerde konuk değil, hep biraz eksik hisseder. Ve eksiklik, aitlik duygusunu kurcalamaya başladığında kendi sofranı kurmanın hayali düşer önüne.

Kendine ait bir sofra da kurabilmeli insan. Tabaklarını kendisi seçebilmeli, kiminle oturacağını ne konuşacağını ne zaman susacağını kendisi tayin edebilmeli.

Ama bu kolay bir yol değildir. Çünkü yeni bir sofra kurmak, eski sofradan kalkmayı, alışılmışları ardında bırakmayı, hatta bazen sevdiklerinin anlayışsız bakışlarına rağmen seçimini sürdürmeyi gerektirir. Kırılmadan ama eğilmeden, saygıyla ama mesafeyle.

Ve o yeni sofrada belki ilk zamanlar yalnız olursun. Ama zamanla öğrenirsin: Kalabalık olmakla birlikte olmak aynı şey değildir. Bazen bir fincan çay, kendi kendine söylenen bir cümle, açılan bir kitapla kurulan o sade masa, en hakiki aidiyetin yeridir.

Çünkü en derin aidiyet, kendine sadakattir.

Bu yazıyı paylaş

DİĞER YAZILAR

YAZARA AIT YAZILAR

Aynı Kategoriden Diğer İçerikler

Okumanın Tarihsel Yolculuğu

Her imkana kolaylıkla erişebildiğimiz dönemleri yaşıyoruz. Özellikle bilgiye ulaşma noktasında “tek tık” dediğimiz eylemle...

Kırmızı Buğday: Anadolu’nun...

Bereketin bolluğun ve üretkenliğin simgesi buğday “Var olan her şey zuhura gelir.”  Yazınsal bir eseri...

Erzurum’un Gizemli Tarihine...

Doğu Anadolu'nun en büyük ve kadim şehirlerinden Erzurum'dayız. Bu şehri tanımlamak için tonlarca söz...