Araştırma Yazıları

Hatunlardan Günümüze; Türk Töresinde Kadının Yeri

Türk toplum yapısında kadın, tarih boyunca kendine özel bir konum edinmiş, bazen gözde bazen gölgede kalmış, bazen yüceltilmiş bazen de sessizce unutulmuştur. Türk töresi, her ne kadar zamanla değişikliklere uğramış olsa da, kadınlara saygı, güç ve haklar tanıyan bir sistem olarak öne çıkar. Ancak tarihsel süreçte bu durum, dinî, kültürel ve sosyal faktörlerin etkisiyle farklı biçimlere bürünmüştür. Şimdi bir yolculuğa çıkalım: Türk tarihinin köklü dönemlerine, Orta Asya bozkırlarına, Orhun Yazıtlarından günümüz Türkiye’sine uzanan ve kadınların toplum içindeki yerini ele alan bir yolculuğa…

1-Hatunlar: Kadim Türk Toplumunda Kadının Rolü

Türk kültüründe kadın, sadece bir eş, bir anne değil, aynı zamanda bir lider, bir strateji ustası ve toplumu etkileyen bir figür olarak bilinir. Kadınların özellikle hatun unvanıyla devlet yönetiminde etkili olduğu, Türk hükümdarlarının yanında danışman ve destekçi oldukları bilinmektedir. Hatta, hatunlar töre gereği “kurultay” toplantılarına katılır ve burada söz hakkına sahip olurlardı. O dönemdeki hatunlar için, yönetim işleri erkeklere has bir alan değil, kendilerine de ayrılmış bir sorumluluktu. Kadınların toplumda ve siyasette bu kadar etkin olması, Türk toplum yapısının Batı dünyasındaki “ev kadını” kavramından oldukça farklı olduğunu gösterir.

a) Törenin Güvencesinde Kadın Hakları

Eski Türk töresi, kadın haklarını güvence altına almış ve kadınlara bir dizi hak tanımıştır. Bozkır kültüründe, kadınlar bağımsız bireyler olarak görülmüş, mal ve mülk sahibi olabilmişlerdir. İster hatun olsun ister sıradan bir kadın, töreye göre korunmuşlardır. Törede yer alan “Kadın erkeğin yoldaşıdır” düşüncesi, eşit bir birliktelik anlayışını ifade eder. Türk kadınının, toplumsal hayatta erkeğin yanında sağlam bir yer edinmiş olması, belki de o dönem için en devrimsel yaklaşımdır.

b) Kağan-Hatun Birlikteliği: İkili Yönetim Modeli

Türk toplumunda kağan ve hatun, ikili bir yönetim modeli oluşturur. Kağan devleti yönetirken, hatun da bu yönetim içinde aktif bir rol oynar. Bu durum, kadınların yalnızca evle sınırlı kalmadığını, kamusal ve siyasi alanda da etkin olduğunu gösterir. Ancak burada “eşitlik” yerine “birliktelik” vurgusu öne çıkar; kağan ve hatun bir bütündür, biri eksik olduğunda düzen de eksilir.

2- İslamiyet’in Etkisiyle Türk Kadınının Toplumsal Konumunun Değişimi

Orta Asya bozkırlarında, kadınların yönetimde ve toplumsal hayatta aktif bir şekilde yer aldığı bu dönemin ardından, İslamiyet’in kabulü ile birlikte Türk kültüründe de bazı değişimler yaşanmıştır. İslamiyet’in getirdiği değerler, Türk toplum yapısını yeniden şekillendirmiştir. Ancak, Türk kültürünün İslam ile sentezlenmesi sonucu ortaya çıkan bu yapıda, kadınlara hâlâ özel bir önem verildiği de görülür. Ne var ki, kadının toplumsal rolü yavaş yavaş daha içsel bir kimliğe doğru evrilmiştir.

a) Geleneksel Değerlerin Güçlenmesi ve Kadının Çekilmesi

İslamiyet’le birlikte, özellikle Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk toplumları, kadınların daha içsel roller üstlendiği, ev merkezli bir yaşama doğru yönelmiştir. Toplumda kadının yerini öne çıkaran eski Türk töresi, bu dönemde kimi zaman dini kuralların etkisiyle geri planda kalmıştır. Fakat burada ince bir ayrım yapmak gerekiyor: Türk töresi, kadınların itibarını asla yok saymamış, ancak rollerini yeniden tanımlamıştır.

b) Türk-İslam Sentezinde Kadının Yeni Rolü

Osmanlı dönemine gelindiğinde ise, kadınlar devlet yönetiminde eskisi kadar aktif bir konumda olmamakla birlikte, özellikle aile ve toplum içinde saygı gören bir yapıya sahip olmuşlardır. Osmanlı toplumunda kadınların sosyal yaşamda belirgin rolleri sınırlansa da, Osmanlı sarayında “Valide Sultan” gibi önemli figürler, devlet yönetiminde etkin olmuştur. Valide Sultanlar, padişahların annesi olarak saray politikalarında ve yönetimde söz sahibi olmuş, hatta diplomatik ilişkilerde bile rol oynamışlardır. Osmanlı’nın kadın yönetiminde “Sultanlar Hükümeti” dönemi bile yaşanmış, ancak bu, ne kadar gerçek bir güçtü tartışmaya açık bir mesele olarak kalmıştır.

3- Cumhuriyet Dönemi: Modernleşme ile Kadının Toplumsal Alanda Yükselişi

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınlar, eğitimden siyasete kadar her alanda daha fazla yer almaya başlamışlardır. Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınının modern toplumda aktif bir rol alması gerektiğini savunmuş ve kadınlara birçok hak tanımıştır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması, Türk toplumunda kadının modern dünyaya ilk defa entegre edilmesi açısından büyük bir adım olmuştur.

a) Kadınlara Tanınan Haklar: Gerçekten Eşitlik mi?

Cumhuriyet’in kadınlara tanıdığı haklar, o dönem için devrim niteliğinde olmasına rağmen, uygulamada kadınların toplumsal yaşama katılımı, her zaman istenilen seviyeye ulaşamamıştır. Yasalar kadınları eşit vatandaş olarak tanımış, ancak toplumun geleneksel yapısı bu değişime hemen ayak uyduramamıştır. Kadınların iş hayatına katılımı artarken, toplumsal beklentiler ve geleneksel değerler yine de kadınların önünde bir engel olarak varlığını sürdürmüştür.

b) Töre ve Modernlik Arasında Sıkışmış Kadın Kimliği

Cumhuriyet döneminde kadınlara sağlanan haklar, modern bir Türk kadını profili yaratma amacı taşısa da, toplumun farklı kesimlerinde kadının yeri hâlâ geleneksel töreye dayanarak belirlenmiştir. Bugün de modern Türk kadını, bir yandan özgür birey olma arayışında, diğer yandan geleneksel aile yapısına uyum sağlama baskısıyla karşı karşıyadır. Bu çelişki, kadının toplumdaki yerini karmaşık hale getirmekte ve kadınları “modernlik” ve “geleneksellik” arasında sıkışmış bir kimlik ile bırakmaktadır.

4- Günümüzde Türk Kadını: Özgürlük, Baskı ve Denge Arayışı

Günümüzde Türk kadını, bir yandan çağdaş dünyada yerini alırken, diğer yandan toplumsal baskıların ve geleneksel yapıların etkisiyle kendini bir kimlik çatışmasının içinde bulmaktadır. İş dünyasında, siyasette, sanatta ve bilimde başarılı olan birçok kadın, Türk toplumunda kadınların gücünü ve potansiyelini ortaya koymaktadır. Ancak, özellikle kırsal kesimlerde kadınlar, törenin ve geleneklerin dayattığı sınırlamalarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır.

a) Mücadele ve Direnç

Kadınların toplumsal yaşamdaki haklarını tam anlamıyla elde edebilmesi, törenin, geleneklerin ve bazı tabuların aşılmasıyla mümkün olacaktır. Günümüz Türkiye’sinde kadınlar, hala iş gücü piyasasında düşük temsil oranları, eğitim eşitsizliği ve sosyal baskılarla karşı karşıya kalmaktadır. Türk kadını, modern dünyada hak ettiği yeri almak için ciddi bir mücadele içindedir. Bu mücadele, sadece kadın hakları değil, aynı zamanda toplumsal gelişim açısından da önemlidir.

b) Töreye Karşı Ayakta Durabilmek

Geleneklerin kök saldığı bir toplumda, kadınların bağımsızlık ve özgürlük arayışı, törenin zayıflatılması ya da esnetilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Kadınlar için oluşturulmuş toplumsal roller ve töre baskısı, onların gerçek potansiyellerine ulaşmasını engellemektedir. Bu baskıya rağmen, Türk kadını, tarihsel olarak güçlü bir duruş sergileyerek, törenin sınırlarını aşma iradesini göstermiştir.

Hatunlardan Günümüze Kadının Süregelen Mücadelesi

Türk töresinde kadın, bir zamanlar güçlü ve eşit bir figürken, tarihsel süreçte yerini sınırlı bir alanda bulmuş olsa da, hiçbir zaman tamamen yok olmamıştır

Alev Tunç


Kaynaklar:
1-Kafesoğlu, İbrahim. (1984). Türk Milli Kültürü. Ötüken Neşriyat.
2-Tekin, Talat. (2000). Orta Asya Türk Tarihi ve Kültürü Üzerine İncelemeler. Türk Dil Kurumu Yayınları.
3-Deniz, Tuncer. (2011). Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde Türk Kadınının Toplumsal Statüsü. İstanbul Üniversitesi Yayınları.

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Eski Türklerde yedi göbekten akraba evliliği yapılmazdı.
    Şimdi din diye araplaşma anlayışıyla erkek, ölen kardeşinin karısıyla nikah kıyıyor

    1. Eski Türk toplumunda ahlaki değerler, toplum düzeninin temeli olarak kabul edilirdi. Yedi göbekten akraba evliliğinden kaçınılması, aile içi saygının ve ahlaki sınırların korunması adına önemli bir duruştu. Ancak, bazı kesimlerde “din” adına Arap kültüründen gelen farklı geleneklerin uygulanması, toplumsal değerlerimizi ve ahlak anlayışımızı erozyona uğratıyor.

      Toplumu ayakta tutan en önemli unsur, sağlam bir ahlak zeminidir. Bugün, ahlakın sadece geleneksel veya kültürel bir öge olarak değil, insan onurunu ve toplumsal dengeyi koruyan bir değer olarak yaşatılması gerekiyor. Din adı altında yapılan yanlış uygulamalar, ahlaki çöküntünün en büyük sebeplerinden biri haline geliyor ve geleneklerimizin özünden uzaklaşıldıkça toplumda saygı, merhamet ve adalet gibi değerlerin yerini menfaat, baskı ve çıkar ilişkileri alıyor.

      Özümüzden ve geleneklerimizden uzaklaştıkça, toplumumuzun yapısında meydana gelen bu çözülme, büyük bir uyarıdır. Ahlakımızı sadece şeklen değil, özde yaşatmak zorundayız ki, geleceğe güvenle bakabilelim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu