Pavlus’un İzinde Oğulsuz Bir Meryem
Anadolu topraklarında doğup Akdeniz kıyılarında nam salıp yine aynı kıyıları kendine ebedi istirahat yurdu kılan bilge kadın; Azize Tekla. Hıristiyan düşüncesinde sıradan bir kadının ulaşamayacağı üstün özelliklerle anılmış, zatına övgüler dizilmiş ve binlerce yıldır ardından törenler düzenlenmiş bir kadın. Onu diğer azizelerden ayıran en önemli unsurlardan ilki, yalnızca bir erkeğin sorumluluğunda görünen bazı ritüel ve sakramentleri yönetmiş olmasıdır. Bir diğer unsur ise onun her kadına ilham olmuş yaşam öyküsüdür. O bir azize, bir bakire, zahit ve şehittir. Kendisi Tanrı doğuran Meryem’den sonra en çok örnek alınan ve kutsiyeti ve mucizeleriyle adı en fazla zikredilen kadın olmuştur.
Tekla’nın hikayesi, Konya’da başlar. Burada doğar, büyür ve genç kızlık çağına ulaşır. Kendisine uygun görülen bir adamla nişanlandırılır. Tam bu süreçte şehre Pavlus gelir ve mümin bir dostunun evinde vaaz vermeye başlar. Bu eve bitişik bir evde yaşayan Tekla, üç gün boyunca Pavlus’un bakirelik üzerine verdiği vaazı dinler ve anlatılanlardan öyle etkilenir ki nişanlısını terk eder ve kendine münzevi ve bakir bir hayat yolunu seçer. Dönem itibariyle Tekla’nın bu yolu seçmesi ailesi tarafından hoş karşılanmaz ve kızlarını böyle bilinmez bir yola sürüklediğini düşündükleri Pavlus’u bir şekilde zindana attırırlar. Zindan bekçilerine ziynet ve mücevherlerini vererek içeriye giren Tekla, burada Pavlus ile saatlerce sohbet etme imkânı bulur. Konuşulanlardan oldukça etkilenir ve zahitlik serüveni böylelikle başlamış olur.
Bundan sonra Tekla’nın annesi kızını zindanda Pavlus’un yanında olduğunu görünce çıldırır ve Pavlus’u şehirden kovdurup kızının da meydanlık yerde yakılarak öldürülmesini salık verir. Fakat Tekla yakılmak için harlı aleve atıldığında birden şiddetli ve sağanak bir yağmur yağmaya başlar ve tüm ateşi söndürür. Buradan kurtularak hemen Pavlus’un yanına giden Tekla onunla birlikte Psidye Antakya’sına doğru yola çıkar. Yolculuğun başında çok güzel ve genç olduğu için başına bazı musibetler gelebileceği noktasında Pavlus tarafından uyarılır. Durumu saçlarını keserek engelleyeceğini sanan Tekla, insan soyunun ihtiras ve hırslarından habersiz olduğunu gözler önüne sermektedir.
Nihayetinde bulundukları civarda soylu bir adamın hoşuna giden Tekla adamın arzusunu reddedince adamın saldırısına uğrar. Bundan kaçınmak için kendini savunurken bir anda adamın elbisesi yırtılıverir ve bu adamı küçük düşürür. Durumu rezil ve acınası bir halde olan adam sinirlenir ve hiddetle Tekla’yı valiye şikâyet eder. Vali Tekla’nın çırılçıplak soyularak vahşi hayvanların içine atılmasını emreder. Üzerine saldırması için salınan aslan, Tekla’nın ayaklarını yalamaya başlar ve onu diğer zarar vericilerden de korur.
Bu olaydan sonra mucizesi dillerden kulaklara diyarlarca yayılır ve nihayet Silifke’ye varır. Burada ise özellikle şifacılıkla meşhur olan Tekla bu kez civardaki hekimlerin kıskançlığı sebebiyle cezalandırılmaya çalışılır ve et yiyici balıkların olduğu bir göle atılır. Balıkların onu yemesi bir yana Tekla bu gölden vaftiz olarak sağ salim şekilde çıkar. Sonrasında Pavlus’un yanına gitmeye karar verir fakat yolda başına gelebilecek olası felaketleri önlemek adına erkek kılığına girer. Yanına ulaştığı vakit Pavlus, Tekla’ya Hıristiyanlığı yayma yetkisi verir ve Tekla bulunduğu yerden hareketle Konya’ya doğru yol alır. Arzusu, annesini de Hıristiyan yapabilmektir. Konya’da bir süre kaldıktan sonra direk Silifke’ye geçer. Yaşı epey ilerleyene kadar şifa ve iman noktasında Hıristiyanlığa hizmet etmeye devam eder. Kimi rivayetlere göre 95 yaşlarında birtakım saygısız ve ahlaksız gençler tarafından saldırıya uğrar. Gariptir ki tabiatta uğradığı her sınavda Tanrı’nın merhametiyle birlikte ağaçlar, bulutlar, vahşi denilen hayvanların bile merhametine duçar olan Tekla, insan soyunun vahşi arzuları karşısında bir parça dahi merhamet bulamamış ve yok olup gitmeyi tercih etmiştir. Yaşadığı mağarasında açılan bir yarıktan geçerek mevcut mekanını terk eden Tekla, kimi rivayetlere göre Roma’ya Pavlus ’un yanına gitmiş ve onu uyur halde bulup ona yakın bir köşede ölüm uykusuna yatmıştır. Kimi rivayetlere göre ise Suriye civarında yaşamını sonlandırılmıştır.
Tekla’nın mezarının Suriye veya İtalya’da olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Suriye’de Malule kasabasında, mağara yanındaki bir Manastır ‘da yüzyıllarca Tekla kültü yaşatılmış ve kimsesizler ve çocuklara ev sahipliği yapılmıştır. İtalya’da ise az evvel bahsettiğimiz gibi Pavlus’a yakın bir yerde gömülü olduğu düşünülür. Türkiye’de ise Mersin Silifke’de canlı tutulmaya çalışılan Tekla kültü, onun yaşadığı mağara ve yakınlarına yapılan Manastır ve aziz mezarları gibi ziyaret edilen mekanlarda yaşatılmaktadır. Zaman içerisinde Tekla’nın tarihselliği sorgulanmış, adı Katolik azizeler listesinden kaldırılmış olsa dahi Doğu ve Batı Kiliseleri tarafından anılmaya devam etmiştir. Onu hem modern dönemin feminenleri hem de geleneksel dönemlerin dindar kadınları Meryem Ana’dan sonra biricik örnek olarak kabul etmişlerdir.
İsevi Kültürde Kadın ve Kutsal Üzerine
Tekla üzerinden en çok konuşulan kavramlar bakirelik, dindarlık, gösterdiği kerametler ve şehitlik kavramlarıdır. Bakirelik kavramı Tekla’nın yaşadığı Roma imparatorluğu döneminde de Hıristiyanlıkta anlaşıldığı gibi oldukça büyük bir erdem olarak ifade edilmiştir. Roma devletinde kadın bir cinsel obje olarak görülmenin ötesinde muhafaza edilmesi gereken bir nesne olarak kabul edilmiştir. Bir kadının iffetli olması onu değerli kılan tek meziyet olarak görülmüştür. Aynı şekilde bazı Hıristiyan bilginlerce kadın ahlaksızlığa davetiye çıkaran, bedensel cazibesi ve her haliyle günaha çağıran davranışları hasebiyle bir günah kapanı gibidir. Bu sebeple kadın daima doğuştan getirdiği bu günaha teşvik eden yönüyle, savaş vermek zorundadır. Bakirelik bu günahkarlığın kapısını neredeyse kesin olarak kapamaktadır. Bu yüzden bekaret büyük bir erdem sayılarak bakire hayatlar yaşayan kişiler kutsal ve aziz kabul edilmiştir. Elbette aziz sayılmak için yalnızca bakire olmak yeterli sayılmaz ayni zamanda samimi ve içe dönük bir dindarlık da gereklidir. Tekla, idealist, mütevazi, az yiyip az uyuyan, elbisesi uzun ve başı örtülü münzevi bir hayat yaşamıştır. Ama belli bir dönem kadın bir dindar olarak değil de erkek kılığında kadın bir dindar olarak yaşam sürmüştür. Kadın olmak başlı başına bir çile sebebi sayıldığı için bu yöntem belli bir süre Tekla tarafından güvenlik ve korkulardan emin olmak için kullanılmıştır.
Tekla’nın kerametleri kendisiyle ilgili olanlar ve diğerlerini iyileştirmekle ilgili olanlar olarak ikiye ayrılırlar. Kendisiyle ilgili mucizeleri ateşte yanmaması, hayvanlarca yenmemesi, atıldığı sulardan vaftiz olup çıkması şeklinde sıralayabiliriz. Başkaları üzerinden kerametlerini şifacılık vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Bir keresinde tuvalete giderken kuvvetli bir iblis tarafından boynu kırılan bir adamı iyileştirmiş, başka bir seferinde ise eşekten düşen bir kadının bacağını iyi etmiştir. Hatta vefatından sonra türbesi olduğu iddia edilen mekanlarda da hasta iyileştirmeye devam etmiştir. Tekla’nın şehitliği konusu ise izaha muhtaç bir konudur. Şehitlik Hıristiyan inancında şahit olmakla önemli bir ilişki içindedir. İlk dönem müminlerine İsa’nın şeraitine şahit olanlar anlamında şahitler denmiş sonrasında bu kişiler sırf bu yüzden eziyet görüp vefat ettiklerinde şehit olarak anılmışlardır. Yani aslında şehit hem İsa için kanını dökenler hem de İsa’nın öğretisi yolunda büyük fedakarlıklara göğüs gerip çile çekenler için kullanılmıştır. Azize Tekla’nın şehitliği ikinci türde bir şehitlik olarak kabul edilmiştir.
Nihayetinde söyleyebiliriz ki Tekla Hıristiyan tarihinde resmi ve kurumsal bir otorite kabul edilen nadir kadınlardan birisidir. Fakat belirtmekte fayda var ki bu resmi otoriteyi dişil bir kimlik üzerinden değil de eril bir kimlik üzerinden kazanmıştı. Onun kimliği din ve mit sahnesinde yer alan kimi karakterler özdeşleştirilerek dinleyicisinde coşkun bir sevgi ve hayranlık uyandırması açısından da dikkate değerdir. Elçi İbrahim gibi ateşte yanmamış, Tanrıça Kibele gibi vahşi hayvanlara boyun eğdirmiş, insan yiyen balıklardan muhafaza olup, Artemis gibi şifa dağıtmıştır. Yine de hala bir ‘kadın’ olarak kıymet görmesi bekareti, zahitliği, mucizeleri ve şahitliğinin ötesinde büyük önem addeden bir durumdur.
Sümeyra Demiryürek