Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metraj denemesi olan “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, öfke, onur ve varoluş çatışmasının hikayesidir. Hemme’yi felsefi olarak incelemeden önce, Murat Fıratoğlu’nun Siverekli bir avukat oluşundan da bahsetmek istiyorum. Kişinin karmaşasını anlatırken doğuyu, insanları ve atmosferi işleyişinde de memleketini sinemaya işlemiştir. 31.Altın Koza Film Festivalinde En İyi Film Ödülü, 81. Venedik Film Festivalinde Jüri Özel Ödülü ve 98.Akademi Ödülleri alarak En İyi Uluslararası Film kategorisi için Türkiye’nin resmi Oscar Adayı olarak seçilmiştir.
Film, İzmir’de iş bulamayıp Siverek’te mevsimlik işçilik yaparak borçlarını ödemeye çalışan Eyüp, patronu Hemme’den parasını alamadığı için onu öldürmeye çalışmasını anlatır. Hemme’yi öldürmek uğruna yola çıktığı gün, kendini birbirinden farklı olayların içinde bulmasına neden olur.
Eyüp, abisini geride bırakarak, İzmir’den Siverek’e gelir. İzmirli diye iğneleyerek seslenilmeye, güneşin bağrında domates kurutmaya başlar. Çalışanlar paralarının verilmemiş olmasına hiçbir şey demeyerek işlerine devam ederken, ilk defa böyle bir işte çalışan Eyüp, bekleyememiş ve kavga etmiştir. Arkadaşı aracılığıyla bulduğu bu işte, arkadaşı ustabaşıyla arasını sürekli yumuşatmaya ve onu sakinleştirmeye çalışır. Domates kurutma işi işlenirken çalışan kadınların giydiği kıyafetler dahi özenle seçilmiş, para kazanmanın ne kadar zor olduğu da yansıtılmıştır Karakterlerin gerek oyunculuklarıyla gerek verdikleri mesajla kalbimize işliyor. Sadece birkaç dakika gördüğünüz bir karakter bile kültürün, geleneklerin etkisini, insanın hayatta kalma çabasını ve yaşam şartlarının çepeçevre sardığı kişilikleri gösteriyor. Kadının toplumdaki yeri hakkında dahi mesajlar görebiliyorsunuz.
Eyüp, Hemme’yi öldürmek için çıktığı yolda, karpuz taşımış, hiç denizi görmeyen bir adamın gülleri ve denizi seviş hikayesini dinlemiş, halay dahi çekmiştir. Bu otantik görüntülerin ve sinemaya işlenirken ki gerçekçiliğin konunun ötesinde bir şeyler anlatışı da kesinlikle film hakkında konuşulması gereken şeylerdendir. İnsanın hakkını savunma çabası, kendini ifade etme biçimi, öfkesi, birini öldürmeye giderken dahi birilerine yardım edişiyle vicdan ve kimlik kavramlarının akışkanlığını görebilirsiniz. Eyüp, kendisine iş bulan arkadaşının çocuğunun hastalanmasını dahi yüreğinde bir yük gibi hissettiği bu yolculukta, yaşadığı toplumda kendine ait bir şeylerin alınmasının doğallığını ve bunu istemenin zorluğunu görmüştür. Bakkalında uyuyakalan amcanın, yolda oturan dedenin Peter Pan izlemeleri, suyun parasını bırakışını gördüğünüzde insanın değerlerinin de zamana ve aşıma uğrayan ve uğramayan tarafları olduğuyla yüzleşiriz. O yaşlarda hala bir çizgi film karakterine olan hayranlık ve bağlılık onu durdurmuş, onun da televizyondan Peter Pan izlemesine sebep olmuştur. Parasını alamadığı ve haciz için arandığından dolayı birini öldürmeye giden adamın bir suyun parasını dahi yerine bırakışını görürüz. Burada ahlak çatışmasının ve doğru ilkesinin bireysel yorumlanışı, bizde karmaşık bir his oluştursa da öfkesini dinlediğimizde karakteri anlarız.
Bu filmi izlerken yaşadığım iç muhakeme ve felsefi analiz, beni yer yer Suç ve Ceza romanına dahi sürükledi; “Eylemlerimin ahlaki olup olmadıklarını onların hitap ettiği kitle belirler.” Durup bir anda Eyüp ile gidip Hemme’yi öldürmek istiyor sonra karınızdan bir telefon alıp ekmek getirmeniz isteniyor oğlunuzun ilk kelimelerini duyuyorsunuz. Vicdanın bir yük olduğu topraklarda domates gibi kuruyan yüreklere su serpen sevgi sizi tutuyor; alıkoyuyor Hemme’yi öldürmekten bile. İç buhranı, sıkıştırılmış duyguları, güçsüzlüğü, doğruyu ve yanlışı Eyüp’ün gözünden bir daha tanıyor ve öfkenizi tazeleyen ne varsa izliyorsunuz. Öfkenizi diri tutamıyor sorumluluklarınızı omzunuzdan atamıyorsunuz. Böyle bir karmaşanın içinde “Hemme’nin merhametine kalmışız,” diyen Eyüp oluyorsunuz. Yaşınızı, yaşayışınızı, kızına yetiştirdiği acurları görüntülü aramada gösteren emektar babayı, kavurucu güneşi, yara yara dizleri, yürüyemeyen amcanın karpuzunu, ağzına bir şey almamış Eyüp’ün karpuzu yiyişini anlıyor ve domates kasalarını atıyorsunuz. Yaşadığınız günde Hemme ne istiyor bilemiyor, onun merhametine kalmış olmaktan kaçamıyorsunuz.
Ülkenin batısından doğusuna gelip mevsimlik bir işçi olmanın ülkenin doğusu ve batısına sığamayan bir insanın hikayesi. Yine de halayın sizi her yere götürdüğü bu memleketin sıcaklığını neşesini görüyorsunuz. Eyüp’ün parasını almasını istiyorsunuz. Yaşadığınız coğrafyayı, kişiliğinizi, hayatınızı durup bir daha düşünüyorsunuz. Doğudan batıya hayat değişiyor, hayatın neden daha zor olduğu noktalar olduğunu düşünüyorsunuz. Ortadoğu’da doğuyor, hakaretlerin ve itibarın önemini sindiremeden uğradığınız hakaret neyse ölümle yıkamaya çalışıyorsunuz. Eliniz kalem de tutsa, kasa da taşısa kalbinizi tutan tek şey öfke oluveriyor. Ama vicdanınız öfkenize basıyor, eziyor. Sıcağın kavurduğu gözyaşlarınızı saklıyor halaya sıkışıyorsunuz.
Siverek, Urfa ile Diyarbakır’ın arasında bir ilçe. Filmi izleyince oralara gitmek istiyorsunuz, ben gittim. Filmin gerçekleri yansıtmaktaki ustalığının, varoluşsal sancılardan daha da ötede olduğunu görüyorsunuz. İlk uzun metrajlı film için de muhteşem olan bu yapımı çok içten kutluyor ve hepinizi Hemme’nin öldüğü günlerden birinde omzunuzda karpuzla yürüdüğünüz dar sokaklarda şalvarlı amcamızı dinlemeye davet ediyorum.
