Hayata, insana dair duygu ve düşünce aktarımı yaparken temel kavramlar üzerinde durmak önemlidir. Yaratılışımızı anlamak adına önce beşer olduğumuzu anlamak gereklidir. Beşer Arapça kökenli bir kelime olup, deri anlamına gelmektedir. Ruhun ete kemiğe bürünmüş şekli. İnsan ise ünsiyet kurabilen, aklının, kalbinin farkında olan, nesnel halinin ötesinde varlığın manasını özümseyendir.
Dünyaya beşer olarak gelen ruhun, zaman içerisinde insan sıfatı ile varoluşunun hikayesidir hayat. İşte bizler bu süreçte birçok rollere bürünürüz. Minik bedenimizle ağlayarak ben geldim, artık ben de varım deriz. Kucaktan kucağa gezerken büyütürüz bedenimizi, bir de bakmışız sesler ve kelimeler dökülür olmuş dilimizden. Anlaşılmanın arzusu, anlatamamanın çaresizliğinden çıkıp, cümlelerimizle meydan okumuştur hayata. Büyüyen sadece beden değildir artık. Bebeklikten çocukluğa evrilirken Paula Coello’nun Simyacı kitabında dediği gibi “kişisel menkıbemizi” yazmaya hazırlanırız. İşte burada başlar varlığımızın tensel oluşumundan, tinsel olgunluğuna doğru yolculuğumuz. Bedenimizle birlikte ruhumuz da beslenir bu yolculukta. Korkarak, titrek adımlarla yürüdüğümüz bu yolda, duygu ve düşüncelerimiz de eşlik etmeye başlar bizlere. Düşmemek için tutunduğumuz ellerin adı sevgidir, güvendir, şefkat ve merhamettir. Bu kıymetli duyguların en içten temsilcisi ise anne-babadır. Doğan Cüceloğlu, Geliştiren Anne- Baba kitabında “Yeni doğmuş bir bebek doğumundan altı saat sonra, ailenin bir tanıklık ortamı olduğunu hissediyor ve sezgileri ile anılar oluşturmaya başlıyor.” der.
Hani kişisel menkıbemizi yazmaya hazırlanırız demiştik ya, bunun için önemlidir tanıklık hali. Bedenin büyümesine paralel, aklın, kalbin ve ruhun da büyütülebilmesidir. Doğan Cüceloğlu devam eder “Kimin gözünde önemli, değerli, kabul edilebilir, sevilmeye layık saygıya değer görüyorsan kendini işte o sizin en güçlü tanığınızdır.” diye.
Peki bir çocuğun ailenin tanıklık ortamı olduğunu hissetmesi ne demek, sezgileri ile anılar oluşturması nasıl oluyor? Bu tanıklığın en önemli figüranları anne ve baba bunun ne kadar farkındadır?
Varlığımızın temelinde algı ve duygularımız yatmaktadır. Bu yeteneklerimizle çevremizdeki nesnelere tepkiler verir, sevdiğimiz şeylerle bağ kurar, rahatsız olduklarımıza mesafe koyarız. Bir de varlığın araf hali vardır. İşte bedenin büyürken ruhun büyütülemediği, duyularımızla algıladığımız şeyler karşısında, duygularımızda yaşadığımız yoksunluk hali.
Dünyaya gözlerini aralayan bir bebek düşünün! Hiç bilmediği, görmediği, deneyimleyip hissetmediği ortam. İlk nefesle birlikte gelen, ilk refleks ağlamak. Bağ kurma ve tanık olma halinin akciğerlerdeki sancılı süreci. Bilimsel çalışmalar annenin, bebeğinin sesini genel anestezi durumunda bile duyduğunu ortaya koyar. Bu ses ile annenin süt kanalları aktif hale gelir. Güvenli bağlanmanın ilk adımları atılmıştır artık. Bedensel ihtiyaçları karşılanan bebeğin, ruhsal doyum hali de başlamıştır. İşte ilk tanıklık hali ve tanık olan anne-baba figürü. İnsan olma yolculuğumuzda, hayatımızı, bedensel varlığımızı ve yaratılışımızdaki sorumluluk bilincini değer üreten yapımızla inşa ederiz. Bu süreç devam ederken bizim oldurmaya çalıştığımız şey nedir, varlığımızın beşer halinden insan olgunluğundaki seviyemiz nerelerdedir? Bu sorulara vereceğimiz cevap ile kendi hayatımızın tanığı olacağız. Bu tanıklığın yolculuğunu bir dahaki yazımızda daha derinden işleyeceğiz.
